15 Mayıs 2015 Cuma

Fikrin, Milletin ve Ülkünün Babası

Kırk sekiz yıllık yaşantısıyla Türk edebiyatına, siyasetine ve tarihine yegane Türkçü olarak geçmiş Diyar-ı Bekrli bir memur çocuğuydu. Bir milletin dönüm noktası olan Milli Mücadelenin düşünce yapısı bir hayli derinden etkilemiş 1919'da İngilizler tarafından sürüldüğü Malta'dan iki yıl sonra meclisin yoğun çabaları sonucu vatanına döndürülmüştür. Mustafa Kemal gibi dönemin rütbelilerini, aydınları, yazarları, yazmazları kısacası tüm halkı fikriyle etkilemiş olan; Türkçülük ve Turancılık akımlarının fikir babası. Bölgesindeki Ermeni-Türk çekişmeleri esnasında Ermeni soykırımı iddiasıyla yargılanmış ve bahsi geçen konunun Mukatele olduğunu savunmuştur. Fikir oğlu Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu seçilmiş olsa da düşünsel çalışmalarından kopmamış ve adıyla özdeşleşen kitabı Türkçülüğün Esasları yayımlanmıştır. Türk edebiyatının adeta bir ağır topu olan Gökalp toplumbilimci kimliğiyle Türk dünyasına yoğun katkı vermiş olmakla beraber eserleriyle de küllerinden doğan bir milleti yeniden inşa ediyordu.

Mustafa Kemal'in "Bedenimin babası Ali Rıza Efendi, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babasıysa Ziya Gökalp'tir." ifadesi Ziya Gökalp'in Cumhuriyetin kuruluş yapısındaki ehemmiyeti ve ağırlığı net şekilde hissedilir. Bilim, sanat, felsefe ve siyaset gibi pek çok konuda derin izler bırakmış olan bu tarihi simanın etnik kimliğine değil de daha çok fikriyatının üstünde durmanın doğru olduğuna inandığımdan bu mevzu daha fazla uzatmayacak, ona dair oluşmuş iki tarihsel algıyı; Kürt milliyetçilerinin onu, kimliğini kaybeden, asimile olmuş bir Kürt olarak; Türk milliyetçileri ise Gökalp'in etnik kimlik olarak üzerinde şüpheler uyandırılarak karakter lincine tabi tutulduğunu savunup Gazi'nin "Kendini Türk hisseden herkes Türk'tür" sözüyle beraber 'su katılmadık Türk' olarak savunduklarını paylaşmakla yetineceğim.

Memleketinde İdadi Mülkiye yıllarında "Padişahım çok yaşa" yerine "Milletim çok yaşa" şeklinde bağırması onun okul hayatını tehlikeye sokan soruşturmalara neden olması bu içselleştirmenin bir getirisidir. Mehmet Ziya Gökalp'in ise fikirlerinin olgunlaşmasında büyük rol oynayan kişi, kentte çıkan kolera salgını neticesinde şehre gelen Dr. Abdullah Cevdet olmuştur. Dr. Yorgi Efendiden aldığı felsefe dersleri geleneksel muhafazakar eğitimle zıt düşünce 18 yaşlarında bunalıma sürüklenmek suretiyle ve intihara kalkışmıştır. Kaynakların bazıları intiharı sonrası beyninin arasına sıkışan tek kurşun ile ömür geçirmek zorunda kaldığını yazsa da asıl kabul edilen, Dr. Abdullah Cevdet Bey'in morfinsiz bir uğraş veren operasyonla kurşunu çıkardığıdır.

Cihan harbinden önce seçildiği Meclis-i Mebusan'da kendisine iki defa teklif edilen Maarif Nazırlığını reddederek İstanbul Darülfünun'unda ilk İçtimaiyat Müderrisi olmuş ve sosyal bilimlerin daha çok müfredata dahil olmasına müspet katkılarda bulunmuştur. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" olarak özetlenen Batı ile Türk sentezinde batının gelişimini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsemiş ve de dini, toplumsal bütünleşme yardımcı öğe olarak kabul etmiştir.

Mehmet Ziya Gökalp düşünce olarak totaliter bir görüşte olmasa da savunduğu ve kanaat önderi olduğu Solidarist ve Korporatist zihniyetler sınıf ayrımını, sömürüyü, sınıf mücadelesini inkar eden; mesleki toplulukları ve işbirlikçi, dayanışmacı anlayışları ilke edinmeleri Birinci Dünya Savaşı sonrası bu anlayışa dayanan sistemlerin fikri zeminini hazırlamıştır. Bu düşünce sistemi ilerleyen yıllarda İtalya, Portekiz ve Almanya gibi ülkelerde örgütlenerek iktidara gelecektir. Velhasıl bu tarihsel süreçte Gökalp'in fikirlerinde ne denli haksız olduğunu, totaliterlikle ve faşistlikle suçlanmasına neden olmuştur. İdeolojik vasiyeti sayılan Turan şiirinin son iki dizesi hayata gözlerini yumduğu sıradaki fikir dünyasının adeta bir özetidir gibidir:

Vatan ne Türkiyedir Türklere, ne Türkistan
Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan


Nisan 2015

Cem Düz

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Olana, Olmuşa ve Olacağa...

Refik Halid, eserlerinden de anlaşılacağı üzere teknik açıdan serbest bir yazar. Harp döneminin açlık ve sefaletlerini konu alan ve alaycı hicivleriyle yazılarını kaleme alan Karay, halkın düştüğü durumu, söylenen yalanları ve aldatmaları tavan yapan cüretkar anlatımıyla hem sert, hem edebi ve toplumsal bir tutumuyla edebiyata aşina her okuyucuyu ziyadesiyle memnun edecek bir konumdadır.

Geleneğini bozmadan çağın yanlışlıklarına karşı bütün silahlarını ateşlediğini görebiliriz. "Bu işin künhü budur. Polis zannedeceksin, harami çıkacak; nimet zannedeceksin, tuzak çıkacak; melek görünecek, şeytan çıkacak..." (Sakın Aldanma, İnanma, Kanma, Refik Halid Karay) Sürgünvari hayatı boyunca muhalifliğin getirisi denilebilecek muazzam eserlerini memlekete kazandıran ve yine yoğun muhalifliğinden ötürü tarihin bir kenara ittiği ve edebi lezzetinden tam olarak faydalanamadığımız, yakın ahbabı Yakup Kadri'nin tasviriyle tam bir hayat adamı. Yoğun şekilde Milli Mücadele eleştirisi yazmış ve bu mücadeleyi İttihatçıların yeniden iktidara gelmek için yarattığı bir kardeş kavgası olduğunu belirtmiştir. Kuva-yi Milliye ruhu affeder mi bilinmez, yaradan affetsin.



Dilde yarattığı adeta harf cimriliği diyebileceğimiz olağanüstü sadelikte bir dille yazdığı tasvirleri müthiş ilgi çekici olmakla beraber onu Türkçeyi en iyi kullanan yazar da yapmıştır. Elinizde birden fazla Refik Halid kitabı varsa, biri bitmeden ötekine geçmeniz hiç de komplike olmayacaktır. İnsanı, zamanı ve mekanı bir bütün içerisinde kavrayıp anlatmak hevesi içinde yazdı Karay. Kaldı ki literatürün de bu amaçla yapıldığı göz önünde bulundurulması gerek. Genişlemesine bakıldığında, şartlar bize gösteriyor ki, Karay'da olduğu gibi şikemperver olmaksızın, kadından erkekten, aşktan ve mizahtan anlayan bir hayat adamı olamadan gerçek bir edebiyat adamı da olamıyorsunuz. Eserleri var ki yazarın gözyaşlarına dokunmanızı mümkün kılabilir. Asıl onu vakur kılan olay ise eserlerinden hiçbir şekilde onun tam olarak ideolojisini çözemeyecek oluşumuz. Başta kim olursa olsun, iktidara kim gelirse gelsin hep muhalefet çizgisinde kalmayı başaran bir teamüle sahip. İşin ilginç yanı kendini anlattığı tek cümlede hayata bakışını çözebilmemiz de mümkündür. "Ben olana, olmuşa ve olacağa muhalifim." 


Nisan 2015

Cem Düz